Osmanlı Devleti 20. Yüzyılın başlarında Afrika’daki son toprak parçası olan Trablusgarp’ı kaybetmiş, Balkanlarda tutunamamış, girdiği I. Cihan Harbi’nden büyük yaralar alarak Anadolu’ya kadar çekilmiştir. İmparatorluk bünyesindeki azınlıklar tek tek isyan ederek bağımsızlıklarını ilan etmiş, geriye Anadolu’nun kıraç bozkırında dağınık ve birbirinden kopuk halde yaşayan bir avuç Türk köylüsü kalmıştır.
Rumeli’deki felaket sonrası devletin yavaş yavaş elden gittiğini gören Türk aydını bir tür refleks ve savunma içgüdüsüyle Türk Ocakları etrafında toplanarak, yıllarca ihmal edilmiş, ötelenmiş, hakarete maruz kalmış Türk Milletinin milli şuurunu uyandırmak ve ona milli kimliğini hatırlatmak için yeni bir hareket başlatmışlardır.
Türkler, savaşlarda cepheden cepheye koşuşturmaktan, kendini toparlayacak, birikim yapacak, huzurlu bir hayat sürecek zaman geçirememişlerdir. Parvus’a göre, Türklerin kazançlı işlere rağbet göstermemeleri onları eksiltmiş ve fakirleştirmiştir. Yusuf Akçura ise, köylünün büyük çoğunluğunun kendine ait toprağının olmaması, eski yöntemlerle tarım yapması, mahsulün ancak kendilerine yetecek kadar elde edilmesi yüzünden pazara sürülememesi gibi sebeplerle Anadolu’daki köylülerin büyük sıkıntılar yaşadığını söylemektedir.
Reşit Galip, imparatorluğun yönetici kadrosunun yıllar yılı köylüyü ihmal ettiğini, sınıflı toplum yapısının köylünün üzerinde senelerce yük olduğunu ifade etmektedir. Cumhuriyete kadar Anadolu’da güçlü bir ağalık sistemi devam etmektedir. Özellikle nahiye ve il merkezlerinde tüm memurlar ve hükümet yöneticileri ağaların gölgesinde hizmet etmektedir.
“Zavallı köylü, bu yurtta bir karış bile toprağı bulunmayan sen cephelere koştun, yedi kat cennetin alamayacağı kadar çok şehit verdin, topla öldün, acından öldün, yorgunluktan öldün, hastalıktan öldün. Aslında neyi savundun sen? Namusunu mu? O namusu düşman değil, geride altın seccadesinde yan gelen zorba çiğnedi.”
Evet, yukarıdaki satırlar Doktorlar Köy Yollarında kitabının yazarı Ahmet Öztürk’ten alınmıştır. Türk Ocakları bünyesinde kurulan Köycüler Cemiyeti’nin Anadolu’daki faaliyetlerini anlatan kitapta, o devirdeki Anadolu köylüsünün durumu da kaynaklarla resmetmektedir.
Ragıp Nurettin, Hasan Ferid, Reşid Galip ve Fazıl Doğan gibi doktorların başını çektiği Köycüler cemiyetinin amacı; köylüler arasında insaniyatkâr bir tarzda çalışmak, sağlık, eğitim ve ekonomi alanlarında köylüye yardım etmektir. Bu amaçla genç Tıbbiyeliler payitahttaki dolgun ücretli doktorluğu ellerinin tersiyle iterek köy yollarına düşerler.
O sıralarda Anadolu köyleri yoksulluktan, salgın hastalıklardan, yetersiz beslenmeden harap ve bitap düşmüş durumdadır. Tıbbiyeliler Türk köylüsünün yaralarına merhem olma amacıyla çıktıkları bu kutlu yolda ağaların ve cahil halkın türlü engellemeleriyle karşılaşırlar ama asla pes etmezler. Memleketi kalkındırmanın ve refaha ulaştırmanın yolunun köylerden ve köylüyü bedenen ve zihnen sağlıklı kılmaktan geçtiğini bilen Köycü Doktorlar büyük bir şevkle çalışırlar.
Köylüyü kalkındıracak olan tavukçuluk, sütçülük, tereyağcılık, peynircilik, arıcılık, ipekçilik gibi kitapları tedarik ederek köylerde uygulamaya geçirirler. Mesela yeni usulde arıcılık yapmak için kovan siparişi, kuluçka makinesi ve harman makinesi siparişi verirler. Tavşanlı’da boş araziler bakılarak köylülerle ortaklaşa ekip köylülerin ekonomik özgürlüklerini kazandırmayı planlamaktadırlar. Emet’te un fabrikası kurma çalışmaları oldukça dikkat çekicidir.
Ne yazık ki Anadolu’nun işgal edilmesiyle her vatansever Türk aydını gibi Türk Ocaklı Köycü doktorlar da silah kuşanıp Milli Mücadeleye katılmışlardır. Bulundukları bölgelerde kurdukları Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri ile halkı topyekûn mücadeleye ikna etmiş, milli direnişe destek vermişler ve büyük kahramanlıklar göstermişlerdir.
CHP’de Halk Evleri, MHP’de Dokuz Işık Doktrinde adı verilen Köycülük faaliyetleri Cumhuriyetin ilanından sonra milli bir mesele olarak devlet nezdinde de devam etmiştir. 1937 yılında açılan Köy Enstitüleri ile Köycülük düşünceleri fikirden fiile geçerek uygulanmaya başlamıştır. Ne yazık ki sonraki süreçlerde çeşitli politik manevralarla Köycülük Hareketi büyük bir sekteye uğramıştır.
Belki de bugünkü anlamda tarımda ve hayvancılıkta dışa bağımlılığımızın sebebi, bir avuç idealist Doktorun açtığı tamamen yerli ve milli bir hareket olan Köycülük hareketinin devam ettirilmemesi ve terkedilmesidir.
Mehmet gül | 07 Temmuz 2021 18:03
Çok anlamlı bir yazı olmuş herkesin ders çıkarması gerek malesef şu günleri Osmanlının çöküş yıllarını andırıyor