Türk halkı olarak konuşulması gereken yerde çok fazlamı susuyoruz? Sadece siyasette değil, toplumsal olaylarda sanal alemlerde klavye şovmenliğimize bakınca susmuyor görünebiliriz, ama genel anlam ve reel hayatta pek konuştuğumuz daha doğrusu konuşma perdemizi gerektiği yerde yükselttiğimiz pek söylenemez.
Bu girişten uzun bir makale çıkar ama biz genelde suskunluk üzerine üstad Aziz Nesinin güzel bir yazısını sizlerle paylaşmayı daha uygun gördük. Acaba gerçekte susmaları nedeni bu olabilirmi ?Toplum olarak eşek dilimi yedik ki?
/////////////
1915 de doğdu. Evde ağlayamazdı. Hemen annesi,
-Sus! diye paylardı.
Gülemezdi, bağıramazdı. Babası,
-Sus!... diye azarlardı.
Misafir gelince,
-Ayıptır!, sus! derlerdi.
Yabancı kimse yokken de evdekiler,
-Başımı dinleyeceğim, sus! derlerdi.
Yedi yaşına kadar bu, böylece sürdü.
İlkokula gitti. Derste bir şey soracak olsa, öğretmeni,
-Sus!... diye çıkışırdı.
Derse kalksa,
-Ne sorulursa onu söyle, çok konuşma!.....
derdi öğretmenleri.
On iki yaşına kadar da böylece sürdü.
Ortaokula gitti. Ağzını açacak olsa, büyükleri,
-Her lafa karışma! dediler.
Müdür,
-Söz gümüşse, sükut altındır! vecizesini öğretti.
Türkçe öğretmeni,
-İki dinle, bir söyle... Bak, iki kulak, bir ağız var! dedi.
-Sus!...
-Sesini kes!...
-Çok konuşma!...
On beş yaşına kadar böylece sürdü.
Liseye gidiyordu. Burada öğrendiği en güzel şey "Essükütü hayrün mineddırdır" sözü oldu. Yani susmak, dırdırdan hayırlıdır.
-Çok konuşma!...
-Sus!...
-Kes sesini!...
On dokuz yaşına kadar böylece sürdü.
Üniversiteye girdi. Evde,
-Büyüklerin yanında konuşulmaz! diye öğretiyorlardı.
Annesi,
-Söz büyüğün, su küçüğün diyordu.
Profösör bir gün ona,
-Dilini tut!... demişti.
Yirmi üç yaşına kadar böylece sürdü.
Askere gitti. Onbaşı,
-Sus len!... diye bağırdı.
Çavuş,
-Dırlanma! diye azarladı.
Yüzbaşı,
-Pısss!... Sısss!... dedi.
Karakola çağırdılar. Polis,
-Çok konuşma! dedi.
Komiser,
-Sus be!... dedi
İşe girdi. Arkadaşları, işaret parmaklarını dudaklarına koyar,
-Şışşşt!... derlerdi.
-Aman şışşşt... Aman sus, aman başın derde girer. Aman haaa!...
Büyükleri,
-Sen her şeye burnunu sokma!... derlerdi.
-Sen anlamazsın...
-Sana mı kaldı...
-Sen sus...
Evlendi. Karısı,
-Aman sus... Sen karışma!... derdi.
Sonra çocukları oldu. Büyüdü çocukları,
-Sen sus baba!... Çakmazsın bu işlerden...
demeye başladılar.
Bu adam, biraz benim, biraz sizsiniz, biraz hepimiziz.
Eskiden kadınlar, kocalarına, kendilerine dırdır etmesinler, çok konuşmasınlar diye eşek dili yedirirlerdi. O inanışa göre, eşek dili yiyenlerin sesi çıkmazdı. Bize de sanki eşek dili yedirmişler. Arayın bakalım, ağzınızda diliniz var mı? Dilimizi yutmuşuz. Dilimizi içimize sokmuşuz. Ağzımız var, dilimiz yok.
Şimdi bu biraz bana, biraz size benzeyen adam söz hürriyeti istiyor. Konuşacak. Ama ona,
-Sus!... diyorlar.
İçimden,
-Konuş... Konuş!... Konuş be!... diye bağırmak geliyor. Ama ne konuşacağız, nasıl konuşacağız? Dilimiz nerde?