Korona virüs salgını sebebiyle çok zor günler yaşamaktayız. Bir yıldan beri devam eden henüz tam olarak önlenemeyen bu salgın sebebiyle dünyadaki ölüm sayısı üç milyonu geçti, ülkemizde de elli bine yaklaşıyor.
Devletimiz, başta sağlık kurumları ile olmak üzere tüm olanakları ile bu salgınla mücadele ediyor. Zaman zaman uygulanan sokağa çıkma kısıtlamaları ile salgının hızı ve etkilen insan sayısı azaltılmaya çalışılıyor. Aşılama çalışmalarının ilerlemesi ve aşı olan sayısının giderek artması bir nebze de olsa yüreklere su serpiyor.
Bütün bunlara rağmen her gün çok sayıda insanımız ölmeye devam ediyor. Çocuklar anne babasız kalıyor, anne babalar acıların en büyüğünü tadıyor. Tümüyle yok olan aileler bile var. Fakat genellikle olduğu gibi ateş düştüğü yeri yakıyor. İnsanımızın bir kısmı acıyı, ölümü, üzüntüyü tadarken bazı insanlar ise hiçbir şey olmamışçasına salgına adeta meydan okuyor. Diğer insanların hatta en yakınlarının ölümüne sebep oluyor. Bu sorumsuz insanlara ve yaptıklarına, günlük hayatta canlı olarak şahit olduğumuz gibi, televizyondan veya sosyal medyadan da görüp duyuyoruz.
Sorumsuz ve keyfi davranarak diğer insanların ölüme yol açmanın büyük bir günah ve kul hakkı olduğunu anlamak için din adamı olmaya gerek yok. Salgın ile yapılan ve binlerce insanımızı kaybettiğimiz, ayrıca ülke olarak maddi manevi birçok kayıp yaşadığımız bu savaşta, sağlık çalışanlarımız en ön cephede “kan ter içinde” ölümü de göze olarak kahramanca savaşırken, bu bencil insanlar, tedbirsiz, dikkatsiz, vurdumduymaz ve kural tanımaz davranışları ile kendilerini vatan hainiymiş gibi hiç mi hissetmiyorlar?
Kendilerini, bebeğiyle birlikte hayatını kaybetmiş hamile kadının ve hayatta yalnız kalan eşinin, hayatının baharında salgın ile savaşırken şehit düşen bir doktorun, hemşirenin ve onları yetiştiren anne babanın, çok sevdiği öğrencileri için gittiği okulunda virüse yakalanıp artık onları hiç göremeyecek olan bir öğretmenin ve geride bıraktıklarının yerine hiç mi koymuyorlar?
Evine ekmek götürmek için çalıştığı ve diğer insanlarla temasın kaçınılmaz olduğu işyerinde, işe gitmek için binmek zorunda olduğu toplu taşıma araçlarında, mecburen gitmek zorunda olduğu hastanede vb. yerlerde tedbir almasına rağmen kaptığı virüsü farkında olmadan başkalarına da bulaştıranlara elbette sözümüz yok.
Belki de salgında yeterince önlem alıp almadığımız konusunda kendimizi tekrar bir sorgulamamız gerekiyor. Kaçırdığım bir şeyler var mı? Farkında olmadan da olsa kendimin, ailemin veya diğer insanların sağlığını riske atıyor muyum?
Ben bu soruları kendime sordum. Sonra da sesli düşünmeye başladım. Uzak olması sebebiyle çok sevdiğim ve sadece yılda bir aylığına gidebildiğim Gazi Emet’ime salgın sebebiyle geçen yaz gelmedim. Maalesef bu süreçte, ilçemize keyfi geliş gidişlerin çok olduğunu üzülerek izledim. İnşallah çok sevdiğim memleketime, insanına, Mehlem Önünde epbaplarımla içtiğimiz çaya, Emet pidesine, hamamına ve çocukken oğlak güttüğüm Eğrigöz Dağlarına bu yaz kavuşurum.
Salgından korunma adına, uzun süredir sekizinci kattaki daireme inip çıkmak için, elim dolu olmadıkça asansörü kullanmıyorum. Dile kolay yüz altmış basamak. İyi de kilo verdim, tavsiye ederim. Alışveriş için markete sadece haftada bir gün çift maske takarak gidiyorum. Ramazanda, iftara yakın anlarda sıcak pide kuyruğuna girmek çocukluktan beri süregelen gelen bir zevkimdi. Bu Ramazanda, bu zevkime ara verdim ve pidemi bir haftalık aldım. Dondurucuya koyup her gün bir tanesini çıkarıp yedik. Bir saat içinde fırından çıkmak gibi yumuşacık oluyor.
ÖSYM’nin yaptığı sınavlarda bir yıldır görev almıyorum. Yeterince talep oluyor zaten. Bana mutlak ihtiyaç olsa elbette her zaman salgına rağmen göreve hazırız. Gözlerim epeyce bozuldu, gözlük değiştirmem gerek. Bir yıldır erteliyorum. 3 ay önce doğan kızımın rutin aşıları haricinde hastaneye adım atmadım. Maalesef, en küçük sorunlar için bile bu ortamda hastanelere gidenler var.
Geçen yaz, insanlar korkusuzca sahil şehirlerine ve otellere akın ederken, evimin karşısındaki denize bile girmedim. Bir yıl da girmeseniz ne olur sanki? Anlamak mümkün değil. Gitmeseler tatil komasına girecekler.
Çok sevdiğim ve salgın öncesi sıklıkla alıp yediğim çiğ köfteyi yine salgın sebebiyle uzun yıllar sonra ilk defa kendim yaptım. Yapmaz olaydım, hanımdan paparayı yedik, “Madem bu kadar güzel yapıyordun 15 yıl neden yapmadın” diye. Gerçi nar ekşisi ve isotu biraz az olmuştu ama fark etmedi. Her hafta çiğköfte yapmamı istiyor. “Salgın bitene kadar yapsam olmaz mı” diye sordum. “Hayır” dedi, “dışarıdan aldıklarımız senin yaptığın kadar lezzetli değil”. Neyse artık başa gelen çekilir.
Bu arada, salgın konusunda sorumsuz davrandığını gördüğüm kişileri de uyarmayı ihmal etmiyorum. Karadeniz bölgesinde özellikle de Trabzon gibi sinirli insanların epeyce fazla olduğu bir yerde bunu sıkça yapmak deli cesareti gerektirse de, insanları uyarırken kullandığım nazik ve esprili dilemi yoksa sporcu geçmişime mi güveniyorum ben de bilmiyorum ama şimdiye kadar vukuat çıkmadı. Bu arada, 27 yıldır birlikte yaşadığım Trabzon insanını severim. Mert ve harbi insanlardır. Sinirleri de zaten saman alevi gibidir.
Salgından korunmak için çok daha fazla sayıda önlemim oldu, ama uzatarak sizleri de sıkmak istemem.
Korona virüs Allah ‘a şükür henüz ailemi ziyaret etmedi. İnşaallah da salgın bitene kadar kendisiyle tanışmayız. Almış olduğum bütün bu önlemlere rağmen bu virüsü ben de kapar mıyım? O da mümkün tabi ki. Fakat böyle bir şey olsa bile en azından, ailem, sevdiklerim, milletim ve devletim için elimden geleni yaptım diyebilirim ve vicdanım rahat olur.
Ülkemizin her yanında olduğu gibi Gazi Emetimizde de birçok insanımızı salgın sebebiyle kaybettik. Hayatını kaybeden hemşehrilerime ve tüm ülke insanıma Allahtan rahmet, yakınlarına da başsağlığı ve sabır diliyorum. İnşaallah bu badireyi en kısa sürede atlatırız. Unutmayalım ki her şey bizim elimizde. Allah’a emanet olunuz.
Prof. Dr. Tuncay USLU
20. 05. 2021
TRABZON